23 Haziran 2009 Salı

Bulutların arasından...




Ben beyaz bir güvercinim. Ama bildiğiniz, sıradan güvercinlerden değil. Kanatlarımda sadece rüzgar yok, tahmin bile edemeyeceğiniz güzellikte şeyler var. Barış, mutluluk, aşk, güven... Bunlar sadece birkaçı. Bunları tüm insanlarla paylaşmak istiyorum. Evet evet tüm insanlarla! Güzel çirkin, genç yaşlı, siyah beyaz farketmeksizin tüm insanlarla! Peki neden paylaşmıyorum biliyor musunuz? Çünkü insanlar çok bencil. Çünkü insanlar nefret dolu.. Çünkü insanlar bu güzel duyguları hissetmek istemiyorlar. İnsanlar, kıyametlerinin küresel ısınma, susuzluk ve buna benzer şeyler olduğuna inanıyorlar, ama hayır bu yanlış. Siz insanların kıyameti yine siz insanlarsınız! İçlerindeki şeytanı susturup, başlangıçtan beri yanlarında olan meleği dinlemeliler. Evet evet hepsi dinlemeli! Güzeli çirkini, genci yaşlısı, siyahı ve beyazı...

19 Haziran 2009 Cuma

03:47 ve Aromalı kahvenin beraberken oluşturduğu baştan çıkarma...

Odamda(yeşil hapishanem)yım. Bilgisayardan odama saçılan ışık karanlığı yarıp, siyahlığın içinde kaybolmuş yeşil duvarları aydınlatıyor. Kulağımda adını bilmediğim birinin hüzünlü sesi ve insanı sürükleyici piyano melodileri... Bu harika 2 şeye eşlik eden yaylı çalgıların görkemi ve bir o kadar da muhteşem olan alçak gönüllülüğü... Bunların kafamda oluşturduğu şey o... Dünyadaki tüm altınlardan daha güzel bir renge sahip olan sarı saçları, yemyeşil gözleri, bembeyaz teni ve en önemlisi; bana bile yetecek kadar büyük kalbi....

Kahvenin mükemmel kokusu, sanırım beni bu saatte ayakta tutan şey bu. Ve bu şarkı... Bu lanet şarkı! Kapatmak istiyorum ama nedense, nedense bu O'nun yüzüne sırtımı dönmek gibi... Şarkıyı durduramayacağımı anladım ve onu düşünmeye başladım. O'nun o kocaman ve sevgi dolu kalbinde, ben (sadece) çok çok iyi bir arkadaştım. O'na duygularımı söylerken hayal ediyorum da kendimi... "Seni seviyorum, sana deliler gibi aşığım!". Faydası yok. Bu kelimeler ağzımdan döküldüğünde onun yüzünde kocaman bir tebessüm olmayacak... Değişen mimikleri üzgün ve ne diyeceğini bilemeyen birininki ile aynı olacak. Onu buna yapamam. Onu üzemem, asla yapmam bunu! Sanırım daha uzun bir süre, saat 03:47'de, sıcak bir kahveyle ve adını bilmediğim bu bestekarın şarkısıyla onu düşünüp, ona olan aşkımı bir kez daha hissedeceğim...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Aşk=Delilik?

Matrix filmini izleyeniniz varmı bilmiyorum. Filmde ana kahramanımız Neo'dur. Neo'nun en büyük aşkıda sevgilisi Trinity'dir. Neo Fransız denen karakter tarafından esir alınmıştır. Trinity Fransız'ın bulunduğu mekanı basar (mekanda Fransız'ın 30'a yakın adamı vardır Trinity ve tayfası ise 3 kişidir) silahını Fransız'ın kafasına yöneltir, Fransız da şöyle der: "Aşk belirtilerinin delilik belirtilerine benzemesi çok şaşırtıcı".
Gerçek aşkı tatmış olanlar bunu iyi bilir. Ferhat ile Şirin efsanesini hepimiz biliriz. Ben bu efsaneyi ilk duyduğumda oha lan bu Ferhat harbiden malmış koca dağı nasıl deleceksin demiştim. Ama adını vermek istemediğim "o" kişiye karşı hissettiğim duyguları farkedince (farketmemek elde değildi) Ferhat'ın yaptığını çok mantıklı buldum. Bana sorarsanız aşk mantığın olmadığı yerdir. Tıpkı ışığın olmadığı karanlık bir oda gibi. Aşk denilen sonsuz bilinmeyenli denklemin çözülebileceğine inanmamaya başladım...